Suyun ?Seccadesini Kumlar Yapan Nebi?ye Gidişi
Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su (Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.)
diyordu, büyük şair Fuzûlî.
Tıpkı ASYA´nın ?Naat? ında yer alan sözler gibi akıp gidiyordu:
SECCADEN KUMLARDI
Devirlerden, diyarlardan Gelip göklerde buluşan Ezanların vardı ! Mescit mü´min, mimber mü´min... Taşardı kubbelerden Tekbir, Dolardı kubbelere "amin!"
Su, aktığı kaynaktan elbet cennet kokulu, gül yüzlü Nebi´nin ayağına değmek için akıp başını taşlara vura vura gidecekti. Denizleri, dağları, ovaları ve çölleri başını taştan taşa vurarak aşıp, O kutsal ?belde?ye uğrayacaktı. Ne mutlu O Nebi´ye ulaşan suya!
İşte Fuzuli, suyun bu kendinden geçmiş halinin inci tanelerine dönüştürdüğü o sözler:
Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su (Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)
Bu incileri duyarak aşka gelen su, iyice coşarak Kevser ırmağının yüzünü ona değdirmesini bekleyen Nebi´ye ulaşmak için yanmış, çırpınmış. Suyun kendinden geçip, narlı bir kalp ile yandığı ve aleme bakıp zikirlere daldığı anda, yer ile gök birleşmiş ve seller o ?kutlu beldeye? ulaşmak için Yaradan´dan izin istemiş.
Tabii ki, şairimiz Fuzuli suyun bu can yakıcı halini görerek kendisine bir nasip istemiş. Suyun kendinden geçip, feryatlar içinde yandığını gören Fuzuli, suya bakarak kendisini ona rakip göstermiş ve ?bu aşk işi içinde ben de varım, ey su.? diyerek devam etmiş:
Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su (Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere bırakamam.)
Fuzuli, suya kıskançlığını bu dizelerle ortaya çıkarırken, diğer taraftan da inleyen başka bir ses vardı:
Örümcek ne havada, Ne suda, ne yerdeydi... Hakkı göremeyen Gözlerdeydi! Şu kuytu, cinlerin mi; Perilerin yurdu mu? Şu yuva ki bilinmez, Kuşları hüdhüd müdür, güvercin mi kumru mu? Kuşlarını ir sabah, Medine´ye uçurdu mu?
Arif Nihat da, suya inat döktüğü bu dizelerde, suyun gerçekleri göremediğini, asıl gerçeklerin gözlerde saklı olduğunu anlatmış. Aslında, Asya her ne kadar suyun göremediğini inkar etse de, su insanın her yerindedir. Göz dediğin şey nedir ki? Bir avuç sudan başka, neyi ifade eder?
Aşk ile ağlayan gözlerdeki damlalar, Fuzuli´nin kendisine rakip olarak gördüğü suyun, acı ile birleşip kalbin demlerinde pişirilerek dışarıya akıtıldığı su parçaları değil midir?
Oksijen denilen madde, hava ile suyun birleşiminden oluşmuşsa; Arif Nihat su ve havanın birleşimi olan oksijeni hiçe sayarak, oradaki örümcekleri olağanüstü bir biçimde izahat etmiştir. Bu ne büyük bir kalp gözü ile görme şeklidir!
Fuzuli bu düşünceleri işte şöyle özetlemiştir:
Mu´cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su (Hz. Peygamberimiz´in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)
İşte mağaranın örümcek tutması, güvercinlerin yumurtaları, ayın bölünmesi, ateşlerin su ile söndürülmesi. Suyun Nebi´ye ulaştığı andaki o mutluluk nasıl izah edilebilir? ?.Selam ve Dua ile?