Nihayet Dergisi`nin Haziran sayısında ekonomist yazar Mustafa Özel kadim dostu Başbakan Ahmet Davutoğlu`nu anlattı:
Mümin, mütefekkir, Müteşebbis bir dost: Ahmet Davutoğlu
Başbakan Davutoğlu ile tanıştığımızda o on dokuz, ben yirmi iki yaşındaydım. Aradan otuz yedi yıl geçti. Benim neslim için hep bir ada oldu Ahmet Davutoğlu, hayat denizinde yüzerken yorulanlar o adaya çıkıp birazcık nefeslendiler!
Son on yılda çok büyük siyasi sorumluluklar üstlendi. Buna her zaman hazırdı, pek tabii. Fakat siyaseti daha çok fikriyatıyla etkilemeyi düşünürken kader onu çok önemli bir siyasi aktör haline getirdi. Eflatun`un özlemi gerçek oldu. Allah utandırmasın!
Benim hayatımda Ahmet Davutoğlu şu üç kelimeyi ete kemiğe büründüren insan olageldi: Mü`min, Mütefekkir ve Müteşebbis.
GERÇEK BİR MÜMİN
Allah inancı, Davutoğlu`nun hayatının silinmez rengidir. Fakat sadece Allah`a inanmak anlamında değil, insana inanmak bakımından da Ahmet Davutoğlu tam bir mü`mindir. İçtendir, samimidir, saftır.
İnsana inanmak, esasta ona kulak vermeyi bilmektir. Gerçekten dinlemek, yani muhatabının fikir ve (daha da önemlisi) duygu ve heyecanlarına değer vermektir. Mesela ben daha yumuşak bir insan gibi gözüksem de, insanları uzun boylu dinleyemiyorum. Başkanlığını yaptığım hiçbir toplantı iki saatten fazla sürmez. Ahmet Davutoğlu iki saatte havaya bile giremez. Başkanlığını yaptığı ilk bakanlar kurulu toplantısı galiba dokuz saat sürmüştü. Beraber kurduğumuz vakıftaki başkanlık dönemlerinde, onun yönettiği hiçbir yönetim kurulu toplantısı gece ikiden önce bitmemiştir. Neden? Çünkü herkesi sonuna kadar dinler. Daha da önemlisi, onları konuşturur. Başlangıçta pek de bir şey söyleme niyeti olmayanları bile öyle bir havaya sokar ki, herkes onunla beraber filozoflaşır. Onun motivasyonuyla, beynindeki, ruhundaki bütün enerjiyi ortaya çıkarmaya başlar. Ona hem kızar, hem imrenirdik. Gece evimize saat bir`den önce gitmişsek, eşim ?Bugün galiba Ahmet Bey yoktu!" diye takılırdı.
Tabii, mü`min teriminin dinî bağlamında da gerçek bir mü`mindir Ahmet Davutoğlu. Bence hâlâ en önemli eseri olan doktora tezinde, neden hakiki Allah inancının İslamiyet`te olduğunu felsefi bakımdan çok güçlü kanıtlarla ispat eder. Bir yandan, son derece evrensel bir bakış açısıyla, dünyanın bütün dinî geleneklerini harmanlar. Ortak yanlarını, daha doğrusu, hepsinin derinlerinde sonsuza doğru akan hayat suyunu keşfetmeye uğraşır. Diğer yandan, bütün bu geleneklerdeki tahrifleri, zaman içinde ortaya çıkan bozulmaları tespite çalışır. Doktora tezinin anahtar kavramı olan ontolojik yakınlık (ontological proximity) kavramı çağdaş İslam düşüncesine yapılmış en önemli katkılardan biridir. Bu noktada Davutoğlu`nun ikinci ana vasfına geçebiliriz: Mütefekkir Ahmet Davutoğlu.
BÜYÜK BİR MÜTEFEKKİR
Ahmet Davutoğlu özgün bir fikir adamıdır, fakat derdi özgünlük değil, Hakikattir. Bir fikir adamının üç temel vasfı olmalıdır: Ferdilik, millilik ve evrensellik. Fert olamayan, mütefekkir olamaz. Fikir düzleminde ferdiyet, kendi kavram ve kelimeleriyle düşünebilmek; bir düşünce sistematiği geliştirebilmek demektir. Elbette bu zaman alacaktır; fakat buna niyeti olmayan, yüz sene de geçse fikir adamı olamaz. Başlangıçta ödünç kelime ve kavramlarla düşünmeye, konuşmaya, yazmaya başlasak bile; zaman içinde kendi kelimelerimize ağırlık/öncelik vermeye; daha sonra da bizzat kendi kavramlarımızı öne sürmeye başlarız. İşte yukarıda işaret ettiğim ontolojik yakınlık bu tür özgün kavramlardan biridir.
Bu kavram sayesinde Ahmet Davutoğlu, Asya`dan Avrupa ve Amerika`ya kadar, mevcut dinî geleneklerin hepsinde, Tanrı`nın varlık düzlemiyle insanın varlık düzlemi arasında bir yakınlık ve birbirinin içine geçme yaşandığını (mesela Budizm`de insanın Tanrı, Hıristiyanlık`ta ise Tanrı`nın insan haline geldiğini), bu varlık düzlemleri arasındaki ontolojik ayırım ve netliğin sadece ve hâlâ İslam dininde korunduğunu felsefi bir dille açıklayabildi.
Daha sonraki çalışmalarında (ki bunlar Tarihî Derinlik, Medeniyet Harmanı gibi kitap başlıklarıyla önümüzdeki dönemde yayınlanacaktır) Farabi ve İbn Rüşd`den Husserl ve Heidegger`e kadar birçok filozoftan yararlansa da, genelde onların kavramlarını temessül etmiş, kendi düşünce sistematiğine uygun hale getirerek kullanmıştır. Siyasete atıldığında da ?merkez ülke", ?komşularla sıfır sorun" gibi yepyeni kavramsallaştırmalara imza atan Ahmet Davutoğlu, kelimenin en radikal anlamıyla, fikir alanında hakiki bir ferttir.
Mütefekkirin ikinci vasfı millilik demiştik. Bunu dar, ulusçu bağlamda değil, daha geniş bir medeniyet bağlamında kullanıyorum. Yerellik de diyebiliriz. Yani belirli bir tarihin, kültürel geleneğin, bir medeniyet camiasının izlerini taşımak. Önce bir geleneğin parçası olacaksınız ki, diğer geleneklerle karşılaştırma, onlarla yüzleşme söz konusu olabilsin. Bu bağlamda müthiş bir karşılaştırmacıdır Davutoğlu. Sağ ayağı Müslüman/Türk medeniyet toprağındadır; fakat sol ayağını dünyanın yedi iklim dört bucağında mütemadiyen dolaştırır.
Bu bizi mütefekkirin üçüncü vasfına, evrenselliğe getirir. Genellikle, bir insan mü`min ise dogmatiktir ve diğer düşünce ve inanç sistemlerine kapalıdır, diye diye iddia edilir. Oysa İslam tarihi boyunca, en büyük düşünürlerimiz ne diğer dinî gelenekleri küçümsemiş, ne de felsefi düşünce ekollerine sırt çevirmişlerdir. Hatta felsefenin, ?düşünen insanın dini" olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir. Ahmet Davutoğlu, hiçbir dinî ve felsefi geleneğe karşı önyargılı değildir. Mü`min olması evrensel bir mütefekkir olduğu gerçeğine gölge düşürmemektedir.
İYİ BİR MÜTEŞEBBİS VE GİRİŞİMCİ
Son olarak, Ahmet Davutoğlu müteşebbis bir insandır, girişimcidir. Müteşebbisin kökü olan şebs, yapışmak demektir. Gönül verdiği işe bütün ruhuyla yapışır Davutoğlu. Rüyada mıdır, hayatta mı, anlayamazsınız. Lider bir kişiliğe sahip olsa da, mütefekkir yanı ona dünya tarihinin motorunun fertler değil, organizasyonlar, kurumlar olduğunu derinden hissettirmiştir. Elbette hiçbir örgüt veya kurum lidersiz yapamaz. Fakat liderliği kurumlardan soyutladığımız ve kurumların gelişim/çöküş mantığını kavrayamadığımız zaman, hemen başdönmesi başlar. Davutoğlu, müteşebbis yanını mütefekkir yanıyla tamamladığı için, lider ile kurum arasındaki dengeli ilişkiye büyük hassasiyet gösterir. Fikir babalığını yaptığı, öncülük ettiği kurumları bile kendi mülkü gibi görmez. Düşünce ve siyaset hayatındaki en ağır eleştirileri o kurumların bünyesindeki insanlardan işitse de, büyük bir olgunlukla karşılar ve asla öfkelenmez.
Türkiye`nin, İslam dünyasının ve bütün dünyanın, mütefekkir liderliğe ihtiyacı var!
Söz uzadı ama eklemeden edemeyeceğim:
Ayrıca Müşfik ve Mütebessimdir!
YENİ ŞAFAK