Hababam Sınıfı´nda Osmanlı´ya böyle sövmüşler

Hababam Sınıfı´nda Osmanlı´ya böyle sövmüşler

Müslüman Anadolu´ya yıllarca kahkahalarla izlettirilen Hababam Sınıfı filminde Osmanlı´ya alenen hakaretler edilmiş, sövgüler yöneltilmiş... Peki kaç kişi bunun farkındaydı?

 

 

Yenisöz gazetesi yazarı Hasret Yıldırım´ın yazısı:

Rejim, kurulduğu günden itibaren her yaptığının ?doğru? olduğunu tasdiklemek için, faydalanması gereken her türlü nimeti sonuna kadar kullanmıştır. Tabii, bu nimetlerin başında ?medya silahı? gelmektedir. Hele ki, ilk devirde; zamanın gazeteleri, mecmuaları ve radyoları rejimin en ateşli müdâfileri olmuşlar, aksi istikamette yayın yapmaya cesaret edenler ?diktatörce? susturulmuştur. Tipik misali, Kemalizm´in çığırtkanlarından Cemal Kutay şöyle veriyor:

?Takrir-i Sükûn ve İstiklâl Mahkemeleri devri başladıktan sonra, İstanbul´da 14 yevmi [günlük] gazetenin adedi altıya inmiş, bunların günlük baskısı 49 bine düşmüştü. Bu baskının hiç bir devirde bu derece azalmış olduğu görülmemişti. Matbuatın ?tenkid ve mürakabe [gözlemleme]? hakkının geriye alınması yüzünden, halkın eskisi kadar gazete almadığı ve gazetelere ehemmiyet vermediği dikkat nazarını çekmişti. Bu bir nevi protestoydu.? (Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi Mecmuası / 20. Cild Sayfa: 11524)

Rejimin evveliyatını inkâr etme, tarihine sövme politikası; 70´li yıllara gelindiğinde, filmler üzerinden sinema ve televizyon silahı ile ayyuka çıkmıştı. Biz bunun binlerce misalinden sadece birisine, Hababam Sınıfı Uyanıyor isimli filmdeki ?Divan Edebiyatı? ile alâkalı kısıma temas edeceğiz. Bu makalemiz, Ankara merkezli İnfak Vakfı´nın çıkartmakta olduğu, Üslup Mecmuasının; 2016 Mart-Nisan tarihli, ?Divan Edebiyatı Hususi Sayısı?na tevafuk eden 44. sayısında neşredilmiştir. (Üslup Mecmuası İrtibat: www.facebook.com/uslupdergisi)

?Hababam Sınıfı? serisi herkesin beğenerek, alâka göstererek ve keyif alarak izlediği bir film olarak geldi, geçmişten günümüze? Seriyi takip edenler, kendi talebelik yılları ile karşılaştırma yaparken; kimi zaman gülerek, kimi zaman hüzünlenerek izlediler, hatıralarını tazelediler? Hababam Sınıfı serisi, Türkiye´de ve dünyada mizahi filmler arasında ilk sıralarda yerini aldı. Hep iltifatlarla, tebriklerle alkışlanan ?Yeşilçam Klasikleri? arasına girmeyi başardı. Evvelki yıllarda yeni versiyonları çekilse de, 70´li yıllardaki seri kadar alâka görmedi bu yeni versiyonlar... Tabii filme gösterilen bu alâka, rejim müdâfilerinin de dikkatinden kaçmadı. Rejimin, geçmişe söverek, hususiyetle Osmanlı´yı yerden yere vurma politikası, Hababam Sınıfı kullanılarak da yapıldı. Bilhassa Osmanlı´nın kültürel bir kıymeti olan kendine has lisanına [tabiri caizse] dil uzatıldı. O zengin muhtevaya, fevkalade mana derinliğine sahip lisan ve edebiyatla alay edildi. Ne yazık ki, birçoğumuz bu sahneleri kahkaha atarak izlerken, hakikatte aslımızı inkâr ettiğimizin farkına dahi varamadık. Şimdi bu filmdeki bazı sahneleri teker teker ele alarak mevzuu tasdikleyelim:

 SAHNE 1

Edebiyat Hocası Zühtü Bey, sınıfta ilk dersinde konuşuyor: ?Bu sene edebiyatı sizin sınıfa ben okutacağım, adım Zühtü. Ben, ?yeni? lafını kat´iyyen sevmem. Hele hele edebiyatta zinhar, hiç sevmem. Edebiyat demek; divan edebiyatı demektir, divan şiiri demektir. Divan şiiri ise, nazım ve kafiye demektir. Kafiyesiz şiir olmaz. Bir takım eşhas, ?serbest nazım? diye saçmalıklar yapmışlar.

İnek Şaban: Evet efendim?

Zühtü Hoca: Ama biz onları kıraat etmeyeceğiz...

İnek Şaban: (Alaycı bir tavırla) Etmeyeceğiz?

Zühtü Hoca: Tahrirlerimde de sormayacağım. Unutmayın!. En güzel, en büyük, en doğru şiir; bir hakikat-i mürşidenin tashiki altında hiçbir şey söylememektir? Yani divan şiiridir...

[Bu cümlelerle hocanın eski kafalı, yenilik karşıtı biri olduğu îma ediliyor. Eskiye takılıp kalan, mürteci bir hoca imajı oluşturulmaya çalışılıyor. Osmanlıca kelimelerin ağırlıkta olduğu cümlelere, filmin başrol kahramanı İnek Şaban ?Nece konuşuyor bu herif?? diyerek mürteci hocayı aşağılıyor. Ardından, diğer talebeler birbirlerine şunları söylüyorlar.]

Talebe 1: Ne diyor bu Zühtü Hoca ya?

Talebe 2: Valla, hiçbir şey anlamadım?

Talebe 3: ÇİNCE GİBİ BİŞEY?

[Senin o Çince diye alaya aldığın lisan, alaya aldığın Çin Milletinin şu anda kullandığı lisan. Dünyada (nüfusunun çokluğu sebebiyle de olsa) en fazla konuşulan lisan. Hele ki Çin Yazısı, 3500 yıllık bir geçmişle bugünlere gelmiş bir yazı. Peki, sen ne yaptın? 600 küsur sene dünyayı titreten bir Devletin lisanını ve yazısını, bir gecede çöpe attın!. Çağdaş ve medeni ülkeler seviyesine çıktın aklınca? Halbuki 80 sene evvel yazılmış bir şeyi kimse anlayamıyor; ne lisanını, ne yazısını!. Yazıklar olsun?]

Talebe 4: Hocam?

Zühtü Hoca: (Sert bir şekilde, saygısız biri edasıyla) Ne var?

Talebe 4: Sizden önceki edebiyat öğretmenimiz Semra Hanım, çağdaş edebiyatı da öğretirdi bize.

Zühtü Hoca: Olmaz, yeni yok? Hepsini unutacaksınız!. Hımm, nerde kalmıştık? Divan şiiri; yani kalıp, yani kafiye? Şu akıcılığa bakın, iyi dinleyin: ?Tiz-i reftar olanın payine nağmen dolaşır.? (Ses tonunu yükselterek, sertçe) Sen, sen sen sen. Kalk, tekrarla bakayım?

Tulum Hayri: ?Teyzesi defterdar olan faytonla damda dolaşır.?

Zühtü Hoca: Sus, terbiyesiz adam!. Hiç mi teeddüp etmiyorsun? Otur yerine!. Bakın, bu da bir başka latif dizi: ?Süzme ruyini payidarın, müjgan müjgan üstüne.? Evet, kim tekrar edecek?

Güdük Necmi: Ben hocam?

Zühtü Hoca: Oku bakalım?

Güdük Necmi: ?Kış geliyor ört hocam, yorgan yorgan üstüne.? [Ne alâka!. Gâye, aslını inkâr etmek, geçmişle bağı koparmak. Kullanılan kelimelerin ehemmiyeti yok. Yeter ki geçmişimize sövelim?]

Zühtü Hoca: Otur!. Haddini bilmez, münafık, rezil!.

[Edebiyat hocasına böyle ağır hakaretler ettirilirken kullanılan ?münafık? kelimesi ile, izleyicilerde din karşıtlığının da oluşturulmasına çalışılıyor sinsi bir şekilde]

İnek Şaban: Hoca doğru söylüyo, sen rezilsin...

Zühtü Hoca: Sen, konuşan... Kalk!

İnek Şaban: Bana mı diyo?

Zühtü Hoca: Tekrarla bakalım söyleyeceğimi?

İnek Şaban: Tekrarlayayım hocam.

Zühtü Hoca: ?Vech-i hurşidinize münevver demişler.?

İnek Şaban: Aman, kaçalım hocam!.

Zühtü Hoca: Niye?

İnek Şaban: Ee, Bekçi Hurşit´in eline lüverver vermişler, yakalarsa sizi de vurur bizi de vurur.

[Bu sahnede talebelerin divan edebiyatı şiirleri ile dalga geçtiklerini, gayet net bir şekilde görüyoruz. Para ile satın alınan yönetmen ve senarist, alaya alma işini de büyük bir ustalıkla becermiş!. Ayrıca inek Şaban tarafından kullanılan ?lüverver? kelimesi, aslında ?revolver? denilen küçük bir tabancadır. Bunu bilmeyenlerin de, bu yazı vesilesi ile öğrenmesine vesile olalım inşaallah.]

SAHNE 2

Edebiyat hocası Zühtü Bey, öğretmenler odasında kimya hocasıyla konuşuyor. Kimya hocası ?deney? kelimesini kullanınca, Zühtü Hoca: ?Deney, değil evladım? Tecrübe, tecrübe!.? diyor.

Kimya Hocası: Anlamadım?

Zühtü Hoca: Nasıl anlamazsın? İlm-i Kimya, tecrübelerle müsbet bir satha nüfuz eder.

Sonra Mahmut Hoca´ya dönerek: ?Mahmut Bey, ben bu yeni neslin söylediklerini bir türlü anlayamıyorum? diyor.

Mahmut Hoca: Niye efendim?

Zühtü Hoca: Baksanıza, müspet ilim yapan bu zat-ı muhteremin konuşmasından hiçbir şey anlamıyorum.

Mahmut Hoca: Valla Zühtü Bey, bazen ben de sizin söylediklerinizden bir şey anlamıyorum.

[Burada Osmanlıca´nın anlaşılmaz-muğlak bir lisan olduğu beyinlere zerk edilmek isteniyor. Ayrıca Mahmut Hoca´nın, Zühtü Hoca´ya karşı ilk olumsuz tepkisi de bu sahne ile başlıyor.]

SAHNE 3

Hababam Sınıfı talebeleri, öğretmen masasının önüne büyük bir kâğıt yapıştırıyorlar ve tahtaya kalkan her talebenin bu kâğıda bakmasını söylüyorlar. Sonra da: ?Eee Zühtü Hoca, Hababam Sınıfı sana iyi bir ders versin de ömrün boyunca unutma!? diyorlar. Zühtü Hoca sınıfa giriyor ve sınıf başkanına ?Mümessil!. Yoklama tamam, değil mi?? diyor?

Tulum Hayri: Tamam ?Sayın? Hocam?

Zühtü Hoca: Sayın Hocam değil, otur!. ?Muhterem? Hocam, Muhterem?

[Burada da bir bağırtı-çağırtı gidiyor? Eee Zühtü Hoca gibiler yobaz, mürteci, kaba adamlar? Bir ?sayın? kelimesine dahi tahammül etmeden saldırırlar? Yersen?]

Ardından ?Evet, geçen ders verdiğim vazifeyi ezberlediniz mi?? diye soruyor. Talebeler de, ?Ezberledik Hocam, sular seller gibi?? cevabını veriyorlar. Zühtü Hoca, Güdük Necmi´yi kaldırıyor; o da hocanın karşısına geçip masadaki kâğıda bakarak ?Atatürk´ün Gençliğe Hitabesi?ni okumaya başlıyor. Zühtü Hoca, bunu değil, ?Ziya Paşa´nın Terkib-i Bend?ini verdiğini söylüyor. Talebeler, ?Hayır, Gençliğe Hitabeyi verdiniz? diyorlar. Zühtü Hoca: ?Olmaz, olamaazz!. Ben ne verdiğimi bilmez miyim?? Tabii, bütün sınıf mevzuu üsteleyince, ister istemez kabul etmek zorunda kalıyor ve şöyle diyor: ?Eminim sizin gibi taş kafalılar, o dediğinizi bile ezberleyemez?

Bir talebe daha hocanın karşısına geçip, ezberi okumaya çalışıyor. Okurken de başını ikide bir eğerek masanın ön tarafına bakmış gibi yapıyor. Bunun üzerine Zühtü Hoca kızarak: ?Yeter, yeter artık, kes! Geç yerine!. Sizi gidi sahtekârlar sizi!. Fark edemeyeceğimi sandınız değil mi? Sen, koş Mahmut Hoca´yı çağır buraya!. Rezil herifler sizi!. Çok sevdiğinizi, saydığınızı söylediğiniz Atatürk´ün hitabesini bile kopya çekmeden okuyamıyorsunuz. Atatürk´ün memleketi emanet ettiği şu gençliğe bakın!. Gençlik değil, âdeta it sürüsü!. İt sürüsü!.?

[Sahnenin bütününde Zühtü Hocaya ağır hakaretler ettirilerek, izleyiciye geçmişine sahip çıkan insanların aslında kaba, anlayışsız ve saldırgan oldukları imajı tekrar tekrar veriliyor. Tam bir soğutma ve karalama taktiği? Tabii çaktırmadan mevzu M.Kemal´e getirilerek, yaptığı icraatlerin aslında ne kadar doğru olduğu aktarılmaya çalışılıyor. M.Kemal, Zühtü Hoca gibi; kaba-saba, mürteci, gericileri astı haaa!. Anlayın daaa!.]

Mahmut Hoca geliyor ve ?Hayrola Zühtü bey?? diyor?

Zühtü Hoca: Mahmut Hoca!. Görün, bakın!. Atatürk bu vatanı kimlere emanet etmiş!.

Mahmut Hoca: Ne oldu efendim?

Zühtü Hoca: Daha ne olsun? Atatürk´ün Gençliğe Hitabesini bu kartona satır satır yazıp kürsüme çakmışlar, bakıp bakıp okuyorlar? Şimdi sizin yanınızda ezbere okusunlar da görelim bakalım?

Mahmut Hoca: Evet, okuyun? Talebelerin hepsi ayağa kalkarak okumaya başlıyorlar. Zühtü Hoca, şaşırarak: ?Nasıl olur? Biraz evvel buna bakıp okuyorlardı.?

Mahmut Hoca: ?Bakın, kartonda ne yazıyor Zühtü Bey!. ?Hocam, Hababam Sınıfı da olsak, Atatürk´ün Gençliğe Hitabesi´ni ezbere biliriz´ ?



[Geldik her zamanki komediye!. Türkiye´nin ?bir açık hava tımarhanesi? olduğuna delil aslında sahnenin bu kısmı? Hababam Sınıfı Zühtü Hoca ile olan münasebetlerinin başından beri, Hoca´nın kullandığı ceddimize ait kelimeleri anlamadıklarını iddia ederken; bir sihirli değnek dokunmuş gibi, Gençliğe Hitabe´de kullanılan bir sürü Osmanlıca kelimeyi nasıl ezberliyor ve nasıl bülbül gibi şakıyor? Ezberledikleri metnin içerisinde de bir sürü Arapça-Farsça kelime bulunmasına rağmen, o metne karşı ?anlaşılamıyor? sözünü neden kullanmıyor ve alaya almıyor? Çünkü o ?Atatürk´ün Gençliğe Hitabesi? (haşa) ?Ayet? hükmünde? Buradan ötesi ?Açın Kapıları Osman Geliyor? olur? Hâlbuki ?hitabe? kelimesi dahi Arapça´dır. Güler misin, ağlar mısın? ]

SAHNE 4

Artık tüm mesajlar verilmiş, sıra son noktayı koyarak Zühtü Hocayı yerin dibine batırmaya gelmiştir. Hababam Sınıfı talebeleri bahçede kenetlenmiş; bekçinin çaldığı türküyü, öğretmenler odasına bakarak okumaktadırlar. ?Samanlıktan kaldıramadım samanı da Zühtü, sana kandım Zühtü. Şimdi geldi sevişmenin zamanı da Zühtü, sana kandım Zühtü, hele hele yandım Zühtü, ben sana kandım Zühtü.?

Zühtü Hoca, Mahmud Hoca´ya dönerek ?Sanırım, bu Hababam Sınıfı benimle alay ediyor.?

Mahmud Hoca: Niye efendim?

Zühtü Hoca: Duymuyor musunuz söyledikleri türküyü?

Mahmud hoca: Duyuyorum!.

Zühtü Hoca: E peki, bu alay değil mi?

Mahmud Hoca: Sanmam!. Bu son günlerin çok moda bir türküsü, herkesin dilinde bu türkü, (üstüne bastırarak) Zühtü bey!.

[Hababam serisinin ve Zühtü Hoca sahnelerinin hususiyetle dikkat çeken başka bir mevzuu da; ?Mahmut Hoca, filmin her serisinde bütün hocaları, Hababam Sınıfı´na karşı destekleyip müdafaa ederken, Zühtü Hoca´ya ise tam tersini uygulayarak ters cevaplar vermesidir. Ayrıca seçilen türkünün hikâyesini de araştırırsanız, Zühtü Hoca´nın ?benimle dalga geçiyorlar sanırım? hitabındaki inceliği kavramış olacaksınız. Daha ne diyelim? Arif olan anlar, vesselam?]

Hasret Yıldırım / Yenisöz