Rahmetli Alparslan Türkeş Bey 1960-1997 yılları arasında ülkemizin neredeyse 40 yılına damgasını vurmuş siyasetçilerimizden biridir.
Bu hafta sosyal medyada rahmetli Türkeş’in çok önemli bir videosu gündeme geldi. Burada İttihatçıların müthiş bir analizini yapıyordu.
Siyaset adamları genelde siyaset icabı konuşurlar. Millete yıllarca kahraman diye ezberletilmiş kişiler hakkında ileri geri konuşmaktan çekinirler. Hatta zaman zaman o kişinin kitlesine hitap edebilmek, hoş görünmek için suret-i haktan da görünürler. Fakat zaman zaman yaptıkları yorumlarla gerçekleri dile getirmekten de geri durmazlar.
Günümüzde Mehmet Akif Ersoy bunun tipik örneklerinden biridir... Mehmet Akif Ersoy bir dönem Müslümanların halifesi ve Türklerin büyük hakanı II. Abdülhamid Han’a akıl almaz iftira, hezeyan ve düşmanlıkta bulunmuş, İttihat Terakki fırkasının önemli savunucularından biri olmuştu. Sonunda memleketin mahvını, imparatorluğun çöküşünü görmesine rağmen o yüce sultandan özür dileme erdemine dahi erişememişti.
Nihayet vefatından bir müddet sonra Türk milliyetçi ve muhafazakârlarının sığınağı yapılarak neredeyse dokunulmazlık zırhına büründürülmüş ve kahramanlaştırılmıştır.
Dolayısıyla İngiliz ajanı mason Abduh ve Afgani’nin fikir pençesinde yoğrulmuş ve kimi görüşleri ile Vehhabi zihniyetinin tesiri altında kalmış Akif’in hataları dahi konuşulmaz olmuştur. Zira nice bozuk fikirlerin, onun şemsiyesi altında muhafaza ve devamı sağlanıyordu.
Bazıları için ise bu kahramanların adı Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’dır.
Son dönemlerde tekrar, bilhassa milliyetçi gençlerimizin "idolü" hâline getirilmek istenen bu kişiler hakkında yakın tarihimizin “Başbuğ” sıfatlı liderlerinden Alparslan Türkeş Bey’in açıklamaları gerçekten çarpıcı oldu. Aynen şöyle diyordu Türkeş:
“Yakın tarihimizde İttihat ve Terakki fırkası var. Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşalar var.
Birçokları bunları çok beğenirler. Efendim çok dürüst adamlardı, doğru adamlardı. Bak! Enver Paşa gitti, Türkistan’da şehit oldu falan. Ama koskoca Osmanlı Devleti’ni yıktıktan sonra neye yarar?
Bunlar 1908’de iktidar oldular. Bu sırada Arnavutluk Osmanlıya bağlıydı. Yani, Osmanlı Devleti'nin sınırları Adriyatik Denizi'ndedir. Rumeli bizim elimizdedir. Selanik, Manastır, Kosova hepsi bizim idaremizdedir... Libya ve Çad bizdedir. Yani sınırımızın bir ucu Afrika’nın ortasında ekvator çizgisindedir.
Arabistan, Yemen bizdedir. Yani Osmanlı Devleti’nin bir ucu Hint Okyanusu'ndadır. 1908’de durum böyledir...
İttihat Terakki idaresindeki 10 sene içinde 1918’de hepsi gitmiş, Anadolu da işgale uğramıştır.
İşte İttihat Terakki, işte Enver Paşa, işte Talat, işte Cemal Paşa!.. Efendim çok vatanseverdiler, çok dürüsttüler, hırsız değillerdi. Ama komitacı idiler. Komitacılık ile devlet adamlığı farklı şeylerdir. Bize akıllı, ileriyi gören devlet adamı lazım. Milletini tanıyan, tarihini bilen, kudretli devlet adamı lazım."
Toprakların daha fazla sürülmesin!
Evet rahmetli Alparslan Türkeş Bey’in bu sözleri müthiş bir gerçeğin ifadesidir. Fakat gençlerin çevresine kale gibi örülen bu sahte kahramanların engellemesi sonucu gerçeklerin üzeri örtülmektedir...
Elbette bu hakikatleri gençlerimize öğretmek, millî eğitimimizin en temel vazifesi olmalıdır. Ancak Fulbright Anlaşması bunun en büyük mânisidir. Öyleyse İngiliz muhiplerini ve anlaşmalarını aşamadığın takdirde bağımsızlıktan dem vurmaya hakkın olamaz!..
İşte bunun için tarihini bilmek, geleceği güçlü bir millet olma yolunda önemlidir.
Seni yıkmaya azmetmiş olanları anlayamadığın müddetçe yanılmalara devam edeceksin.
Yanılmalar zincirlenirse acı akıbet kaçınılmaz olur.
Öyleyse Bilge Kağan’ın bir dönemki tarihî çağırısını şu ifadelerle yenilemek gerek!
Ey Müslüman uyan! Ecdadını ve tarihini tanı kendine gel! İngiliz muhiplerinin yazdırdığı sahte tarihe aldanma! Kahramanlaştırılmış cücelerin peşine takılma! Onlar seni koyun gibi kasabın önüne getirirler ve bırakırlar. Dökeceğin gözyaşları, giden vatan topraklarını geri getirmez...
Nitekim II. Abdülhamid Han tahttan indirilirken 6 milyon kilometrekareden fazla vatan toprağın vardı. O yüce padişah; “Bu vatanı on yıl idare edebilirlerse 100 yıl idare etmiş gibi sevinsinler” tarihî cümlesini söylemişti.
Dokuz sene geçmeden bir milyona düşecek o da düşman postalları ile çiğnenecekti.
On yıl idare edemediler ama bir milyonun altına düşürdükleri vatan parçası için yüz yıl bayram ettirdiler.
Osmanlı ise gidene gözyaşı döker, nasıl kurtaracağının hesaplarını yapardı. Cumhuriyetle birlikte öyle bir eğitim verildi ki bırakın giden vatan parçalarına yanmayı bizim oralarda ne işimiz vardı cümlesini zihinlerimize kazıdılar. Sanki oralarda hiç bulunmamıştık. Sanki 4 veya 5 asırdır oralarda hüküm süren biz değildik. Neticede öyle bir hâl aldı ki sınırlarımızı dahi korumaya kalktığımızda aynı sözleri koro hâlinde işitmeye başladık. Ne yaman bir aldanıştır bu.
Cihan hâkimiyeti mefkûrelerini unutmuş, birlikte imparatorluklar kurduğumuz ve yaşattığımız kardeşlerimizle birbirimizin kuyusunu kazar olmuştuk.
Türk, Arap, Kürt, Çerkez, Laz, Gürcü, Boşnak diyerek birbirimizi ötekileştirmenin gayreti içerisine düşmüştük.
Oysa daha dün “Müslüman kardeşim” diyerek birbirimizi öz kardeşimiz gibi sevmenin canlı birer timsali idik.
Şimdi rahmetli Muhsin Bey’in çok çarpıcı bir ifadesiyle Türkeş Bey’i tamamlayalım.
Muhsin Bey kendisine bağlı gençliğin birileri tarafından kullanıldığını gördüğünde “Bizim tarlayı çoktan sürmüşler” ifadesini kullanmıştı.
Bu durum tarlanın asla boş bırakılmaması gerektiğini göstermektedir.
O tarla gençliktir.
II. Abdülhamid Han’ın açtığı mekteplerde okuyanlar elbette müthiş bir eğitim almışlardı.
O müthiş adamlar, Alman’ın, İngiliz’in devşirmesi olduğunu anlayabildiler mi? Yoksa anlayamadan koskoca bir imparatorluğu mirasyedi gibi harcayıp önce terk-i vatan sonra terk-i cihan mı eylediler?
Alparslan Türkeş Bey müthiş bir askerdi. Darbede kimin oyuncağı olduğunu anladığında iş işten geçmişti. Fakat bu durum onun için bir baht idi.
Bu itibarla gençlik için çok çalıştı. Komünizmin pençesine düşmemesi için çırpındı. Ahmet Arvasi ve Necip Fazıl Kısakürek gibi mütefekkirlerden istifade etmesini bildi. Bu büyük uyanışın önü 12 Eylül ile kesilecek ve sonrasında aynı gençlik FETÖ’ye kanalize edilecekti. Özal’lı yıllarla başlayan FETÖ okullarına dikkat çekmek isterim.
FETÖ okullarında okuyanlar gün gelip vatanını kurşunlayacaklarına inanırlar mıydı?
Bu Anadolu evlatlarına bundan on on beş sene önce 15 Temmuz’da böyle bir hareketin içerisinde bulunacaklarını söyleseniz size deli derlerdi. Düşman olurlardı. İşte devşirilmek böyle bir şey!
Onun için rahmetli Türkeş Bey’in, “Efendim dürüsttüler, vatanseverdiler, hırsız değillerdi, ama komitacı idiler. Bir cihan imparatorluğumuzun gitmesine sebep oldular”, ifadelerine dikkat kesilelim.
Peki kimin komitacıları idiler? İşte bunu anladığınız gün Türk’ün ve İslam ümmetinin üzerinde oynanan büyük oyunun, yapılan ameliyatların farkına varırsınız. Yoksa inanın onlar kahraman bulmakta ve üretmekte hiç zorlanmazlar.
Amerikalı diplomat ve politikacı Henry Kissinger’in ABD’nin neden başarılı olduğu hususunda çok çarpıcı bir o kadar da gerçekçi bir ifadesi vardır:
“Biz ülkemizde hainleri hemen temizleriz. Dış ülkelerde ise hainleri bulur kahraman yaparız.”
Bu ifade her şeyin açıklaması değil midir?
Prof. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL – Türkiye Gazetesi
Erzurum
22.11.2024